Zeyrek Çinili Hamam, 13 yıllık restorasyonun ardından sürprizleriyle gün yüzüne çıktı

İstanbul’un Fatih ilçesindeki Zeyrek semti UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Burada, adını semtten alan bir de Zeyrek Çinili Hamam bulunuyor. Uzun yıllardır kaderine terk edilmiş, kullanılmaz halde duruyordu. Hatta birbirinden güzel çinileri dünyanın dört bir yanındaki müzelere ya da koleksiyonlara satılmıştı.

Hamamın birbirinden değerli özellikleri var. 1530’lu yıllarda Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa tarafından yaptırılan bir Mimar Sinan eseri… Sinan’ın tasarladığı en eski hamamlardan biri. Eşsiz bir mimarisi var.

‘DÜNYAYA KAZANDIRILDI’

Zeyrek Çinili Hamam ve müzesini kurucu direktör Koza Güreli Yazgan ve “Kalıntıların Şifası” sergisinin küratörü Anlam Arslanoğlu de Coster’le birlikte gezdik… İki isim de sorularımızı yanıtladı:

  • Restorasyonun 13 yıl sürmesinin nedeni ne? Ne gibi zorluklarla karşılaşıldı?

Koza Güreli Yazgan: 1530’larda Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa tarafından yaptırılan Zeyrek Çinili Hamam, Mimar Sinan’ın tasarladığı en eski hamamlardan biri. Aslında hamamı 2010 yılında The Marmara Grubu olarak satın aldığımızda biz de restorasyon sürecinin bu kadar uzun ve meşakkatli bir süreç olacağını öngörmüyorduk. Çalışmalar derinleştikçe yıkık ve harap tarihi katmanların altında hiç beklemediğimiz sürprizlerle karşılaştık ve ortaya çıkan bu bilgiler ışığında misyonumuzun değişmemesi imkânsızdı. Kazılarda elde ettiğimiz buluntular, bütün bölgenin, hatta şehrin geçmiş ve geleceğini etkileyecek tarihi verileri ortaya çıkardı. Yalnızca bir hamam operasyonu olarak başlayan restorasyon projesi, bu kültürel mirasın derinlerine inildikçe ortaya çıkanlarla 3 bin metrekarenin üzerinde alana yayılan, Zeyrek Çinili Hamam Müzesi, tarihi Bizans sarnıçları ve bahçesiyle kocaman bir komplekse dönüştürülerek şehre ve aslında tüm dünyaya kazandırıldı. Tabii ki bu süreci uzatan bürokratik zorluklar yaşadık, ancak aslında projenin bu kadar meşakkatli olmasındaki en büyük neden kazılardaki her bir yeni bulguda daha da derinlere inmemiz, bilginin izini sürmemiz ve yeni keşifler yapmamız oldu. Yani özetle projenin bizi en çok zorlayan kısımları bugünkü haline gelmesindeki gurur sebeplerimiz oldu.

‘KÜLTÜREL VE SANATSAL PROGRAMLAR DEVAM EDECEK’

 Hamam faaliyete geçtikten sonra müze ve alanın kültür-sanat kullanımı hakkında bilgi alabilir miyiz?

Koza Güreli Yazgan: Kalıntıların Şifası (Healing Ruins), hamamın içinde gerçekleşen son sergi olacak, fakat Bizans sarnıçlarında, hamam bahçesinde ve müzede kültürel ve sanatsal programlar hamam ısıtıldıktan sonra da devam edecek.

Zeyrek Çinili Hamam sadece mimarisinde barındırdığı gizli hazineleriyle değil, 1985’te “İstanbul’un Tarihi Alanları” kapsamında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Zeyrek’te olmasıyla da öne çıkıyor. Zeyrek Çinili Hamam Müzesi, hamamın restorasyon sürecinde keşfettiğimiz tarihi katmanları ve bulguları içeriyor. Müzede, kazılar sırasında keşfedilen yaklaşık 3.000 parçalık mavi-beyaz İznik çini parçalarından oluşan bir seçki sergileniyor. Çinilere ek olarak, bu kazılarda çıkarılıp bir kısmı müzede sergilenen, tarihe ışık tutan Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait arkeolojik buluntular hamamla birlikte aslında bölgenin tarihini 1500 yıl öncesine taşımış oldu. Müzede ayrıca hamam ritüeli ile özdeşleşmiş havlular, taslar, değerli metaller ve sedeflerle süslenmiş nalınlar gibi tarihi hamam objelerinden bir seçki de sergileniyor. Özetle Zeyrek Çinili Hamam Müzesi, ziyaretçileri Osmanlı’dan Bizans dönemine kadar, hamam üzerinden küçük ölçekte İstanbul’un katmanlarını keşfedecekleri bir yolculuğa davet ediyor diyebiliriz. Müzedeki bu kalıcı koleksiyon hamam ısıtıldıktan sonra da sergilenmeye devam edecek.  

Hamamlar uzun yıllar boyu sosyalleşme mekânları olsa da günümüzde çoğunlukla turistik mekânlar olarak değerlendiriliyor. Kolektif hafızanın önemine inanan biri olarak bu aidiyet duygusunun ve hamamın bir buluşma yeri olduğu fikrinin her yaştan ve kültürden insanı bir araya getirebileceğini düşünüyorum. Bu buluşma kültürünü ve aidiyet hissini yeniden canlandırmak için açılışımızı bir güncel sanat sergisiyle yapmayı seçtik. Sergiye ve dolayısıyla hamama olan ilgi o kadar büyük oldu ki bunu başardığımızı düşünüyorum.

Sergi sona erdiğinde, yeni keşfedilen Bizans sarnıçları yıl boyunca dönüşümlü olarak mekâna özel sanat enstalasyonlarına ev sahipliği yapmaya devam edecek. Ayrıca hamamın çinileri koleksiyonlarında bulunan V&A ve Louvre gibi müzelerin yanı sıra mimarlık okullarıyla da tarihi, kültürel ve akademik diyaloga zemin hazırlayacak çeşitli söyleşi ve seminerlere ev sahipliği yapacağız.

‘SONSUZ GURUR VE MUTLULUK’

  •  Sizin bireysel olarak sanata ilginiz projeyi etkiledi mi? Nasıl etkiledi?

Sanatla iç içe yetişmiş birisi olarak, bu projenin de hep güncel sanat ile yaşamasını hayal ettim. Bu nedenle Anlam de Coster ile temasa geçtim; hamamın kendine ait bir sanat koleksiyonu olması, müzedeki kalıcı sergiye ek olarak bir de güncel sanat rotasının olması ve Bizans sarnıçlarında bir güncel sanat programı oluşturmaktı amaç. Hamam ısıtılmadan önce tarihi alanlarda son kez bir güncel sanat sergisi yapma fikri de vardı, zira bu önemli kültür mirası orijinal fonksiyonuna dönmeden önce onu ücretsiz olarak, mimarisinin her bir detayını keşfetme olanağı sunan, her bir bölümünü ziyaretçilerin gezme fırsatı bulabileceği bir şekilde geniş kitlelerle buluşturmak istiyorduk. Ancak açıkçası bu kadar kapsamlı bir sergi olacağını ikimiz de tahmin etmedik. Tıpkı restorasyon süreci gibi, sergi de bizi içine çekti ve böylesine etkileyici bir sonuç ortaya çıktı. Kalıntıların Şifası sergisinde Anlam’ın hamamı bir fon olarak kullanmak yerine onun yeniden doğuş serüvenini anlatması, Zeyrek Çinili Hamam’ın tarihçesi ve restorasyon sürecini, hem de hamamların sembolik dünyasını baz alarak bu sergiyi oluşturması ve serginin hamamla bu kadar tamamlayıcı bir ilişkisinin olabilmesi benim de hayallerimin ötesinde bir sonuç oldu. Müze kısmında gerçek anlamda aktardığımız bilgileri Anlam bu sergiyle manevi bir şekilde izleyiciye iletmeyi başardı.

Başlangıç amacındaki sınırlarını aşarak, insanları hamam geleneğiyle özdeşleşen bir buluşma mekânı, bir paylaşma alanı hissini yaşatabilecek ve kültür, sanat ve tarihle birleştiren etkileyici bir projenin parçası olmaktan sonsuz bir gurur ve mutluluk duyuyorum.

‘ETKİLEYİCİ ESERLER…’

  • Bu sergi vesilesiyle tanıdığınız/tanıştığınız ve eserlerini koleksiyonunuza katmak isteyeceğiniz sanatçılar var mı? Ya da eserleri sizi etkileyen yeni isimler keşfettiniz mi?

Healing Ruins sergisi ve serginin küratörü Anlam de Coster vesilesiyle birçok yetenekli sanatçı keşfettim. Beni en etkileyen sanatçılardan birisi, Yunanistan’da yaşayan Güney Afrikalı heykeltraş Zoë Paul oldu, Anlam’ın sergiye davet ettiği ilk sanatçılardan biriydi. Eserlerinde tekrarlayan unsurlardan biri olan el yapımı boncuklardan yarattığı perdeler, Zeyrek Çinili Hamam’a özgü olarak ürettiği işler arasındaydı ve bence eserler mekanla hissedilir ve özel bir bağ kurdu. Daha önce bildiğim, fakat bu sergi için alışılagelmiş tekniğinin dışına çıkan sanatçılar Elif Uras ve Ahmet Doğu İpek’in sergideki eserleri de beni çok etkiledi.

ANLAM DE COSTER: ARAŞTIRMA YAPTIM

  • Bu sergi dolayısıyla hamamlarla ilgili geniş bir araştırma yapmışsınız. Bu araştırma sürecinde sizi etkileyen, ilk defa duyduğunuz ya da ilginç gelen bilgiler oldu mu?

15 senedir sanatın farklı disiplinleriyle çalışıyorum ama ilk kez Osmanlı hamamlarının dünyasıyla ilişki kurmuş oldum. Bu vesileyle hem Zeyrek bölgesi, hem Zeyrek Çinili Hamam’ın hem de genel olarak hamamların kültürel tarihi ve sembolik dünyalarıyla ilgili kapsamlı bir araştırma yapma şansım oldu. Bu süreçte beni en çok etkileyen keşifler arasında Barbaros Hayreddin Paşa’nın denizci olmadan önce Midilli adasında aile zanaatini devam ettirerek çömlekçilik yapmış olması, külhanbeylerinin gizemli dünyasıyla ve özellikle inisiasyon ritüelleriyle ilgili okuduklarım ve Barbaros’un Zeyrek Çinili Hamam’ın inşaatında çalıştırdığı kürek mahkumları tarafından yapıldığı düşünülen ve Bizans sarnıçlarında keşfedilen duvar resimlerini sayabilirim.

‘OTOBİYOGRAFİK BİR SERGİ’

  •  Yerli ve yabancı sanatçıların bu sergi için seçimlerini nasıl yaptınız?

Koza Güreli Yazgan beni Zeyrek Çinili Hamam’da bir sergi yapmak üzere davet ederek, yıllardır zihnimde dolaşan arkeoloji ve tarihe olan merakım ile güncel sanatı birleştirme hayalimi gerçekleştirmek adına bana alan açmış oldu. Yılların biriken düşleri bu sayede bir sergiye dönüştü, Kalıntıların Şifası için otobiyografik bir sergi diyebiliriz.

Hangi sanatçıları ya da eserleri göstereceğimi düşünmeden önce, ilk olarak bu özel hamamın tarihi ve restorasyon süreci ile Osmanlı’da hamamların kültürel tarihini özümsemeye çalıştım.

Sergide Türkiye ve yurt dışından toplam 9 farklı ülkeden 22 sanatçının 60’a yakın eseri yer alıyor. Hamama sergi için ilk geldiğim anda gözümün önünde, spesifik noktalarda beliren, adeta hamamın bana fısıldadığı işler oldu: Francesco Albano’nun Shipwreck isimli işi, Marion Verboom’un Tectonies serisinden totemleri, Lara Ögel’in asaratonları ve Candeğer Furtun’un işlerini bunlar arasında sayabilirim.

Kalıntıların Şifası, tarihi hamamın iç bölümleri ile Bizans sarnıçlarını kapsayan ilk ve son sergi olduğu için sergide yer alan 22 sanatçıdan 12’sini mekâna özgü eserler yaratmaları için davet ettim. Serginin ana temaları arkeoloji, harabeler, psikanaliz ve mitler gibi şahsi ilgili alanlarımla ilişkili olduğu için bu sanatçılar uzun zamandır işlerini takip ettiğim isimlerdi. Seçim süreci hayli içgüdüsel bir şekilde gelişti.

‘SANATÇI DENEYİMLERİ’

  • Sergide yer alan ve hamamlara aşina olmayan yabancı sanatçılar için eser üretmek nasıl bir süreç gerektirdi?

Mekâna özgü üretilen eserler için davet ettiğim her yabancı sanatçı, hamamın mimarisi, tarihi ve sembolik dünyasının farklı öğelerine yöneldi. Hepsi zaten pratiklerinde sergi temalarının farklı yönleri üzerine çalışan sanatçılar oldukları için ilk günden itibaren heyecan ve merakımı paylaştılar. Sanatçılardan New York’ta yaşayan Maryam Hoseini ve Yunanistan’da yaşayan Zoë Paul gibi isimler Türkiye’ye gelerek hamamı deneyimleme, Zeyrek bölgesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve farklı tarihi yapıları keşfetme fırsatı buldu ve bu süreç işlerini besledi. Hatta Maryam İstanbul’a gelerek üretimini burada gerçekleştirdi ve bu süreç ona o kadar ilham verdi ki, pirinç üzerine çalışmaya devam etmek için sergi açıldıktan sonra kalışını uzattı. Francesco Albano ise zaten daha önce İstanbul’da yaşamış bir sanatçıydı ve  ilkbaharda sergiyi kurmadan önce hamama yerleştirdiğim 2014 senesinden iki eserinin mekânla ilişkisini gördüğünde hamam için yeni bir iş yapmak istedi ve biz de onu İstanbul’a davet ettik.

Kimi zaman ise buraya gelemeyen sanatçılarla uzaktan sohbet ettik, fikirlerimizi paylaştık ve ben onlara spesifik bir lokasyon önerdim, örneğin New York’ta yaşayan Yunanlı sanatçı Panos Tsagaris ile bu şekilde çalıştık. Kimi zaman da konuşmalarımız sonucu ortaya çıkan işler yerlerini doğal olarak buldu: Örneğin ilhamını varlığı restorasyon sayesinde keşfedilen Bizans sarnıçlarında bulunan kalyon çizimlerinden ve külhanbeylerinden alan Adrian Geller’in sarnıçlarda sergilenmesi kaçınılmazdı.

‘HAMAM DEKOR DEĞİL’

  •  Sergiyle ilgili en çok sizi ne zorladı? Hamamın yapısal özellikleri nedeniyle hayata geçemeyen düşünceler oldu mu?

Sergiye davet edildiğim andan itibaren hamamı bir dekor ya da bir fon olarak kullanmak istemediğimi biliyordum. Lakin yeni restore edilmiş tarihi bir kültürel miras alanında olduğumuz için buranın kısıtlarını da dikkate almamız gerekti. Üstelik Mimar Sinan’ın bir baş yapıtında, onun gölgesinde çalışıyorduk. Sergideki işlerin ve genel temanın doğrudan bu hamamla bir ilişki kurması ama kitsch bir yere kaymaması gerekiyordu. Duvarlara ya da tavana bir şey asamadığımız gibi, bir insan eninde olan dar hamam kapılarından pek çok var olan eser geçmiyordu. Sadece insan gücüyle taşınabilecek eserleri içeri alabilecektik. Hamamın yapısı itibarıyla sadece doğal ışıkla gezilecek bir sergi mümkündü. Ayrıca sergileme elemanları ya da kaide kullanımını çok zor kılan uhrevi atmosferi göz önünde bulundurmamız gerekti. Bir de restorasyon o kadar başarılıydı ki, burada en ufak bir eksik ya da fazla nota bile kompozisyonu bozmaya yetiyordu.

Her şeye rağmen, bu zorluklar beni de, sanatçıları da daha yaratıcı olmaya zorladı. Burası normal bir sergi alanı olmadığı için, aslında hamamın beni yönlendirmesine izin vermeyi öğrendim. Tabii ki hayalini kurduğum bazı eserleri gösteremeyeceğimi de kabullenmem gerekti. Çoğu işi ve yerini bana hamam fısıldadı.

‘POMPEII’Yİ HATIRLATIYOR’

  • Sıvaların altından çıkan resimleri ilk kez gördüğünüzde neler hissettiniz? Böyle resimlerin ortaya çıkacağını düşünüyor muydunuz?

Hem Kadınlar, hem Erkekler bölümünde bulunan duvar resimleri benim için müthiş kıymetli, onların sıvanın altında kalarak bir nevi korunmuş olması ve The Marmara Grubu ile KA-BA Mimarlık ve arkeolog ekibinin özenli çalışmaları sayesinde ortaya çıkarılmış olması gerçek bir mucize. Özellikle Kadınlar tarafında çiniler çıkarıldıktan sonra yapılan beş farklı katmanı da üst üste görebilmek, farklı dönemlerin üslupları arasındaki geçişi izlemek olağanüstü. Bana bu bölüm Pompeii’yi hatırlatıyor.

Beni bir de sarnıçlarda keşfedilen duvar grafitileri çok etkiledi. Yüzyıllar sonra bu gizemli duvar resimlerini ilk görenlerden biri olmak, tarihi bir keşfe tanıklık etmek çok heyecanlıydı. Ayrıca pek kimse bilmez ama ben 2018 yazından beri bu Bizans sarnıçlarındakilere benzeyen kalyon temsillerine karşı bir ilgi duyuyor, bu gemi figürleriyle bezeli antika takılar karşıma çıktıkça dayanamayıp alıyor ve müzelerde gemilerin olduğu obje ve resimleri fotoğraflıyordum. Ayrıca bu sergi üzerinde çalışmaya başladığımda Jason ve Argonotlar miti üzerine bir kitap okuyordum ve mitolojideki gemi yolculukları üzerine düşünüyordum. Dolayısıyla bu tesadüfler beni projeye daha da bağladı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir